Bir Tekstil Mühendisinin Gözünden Türk Tekstil’inin Durumu
Tekstil sektöründe Türkiye’de uzun yıllardır çalışan biri olarak, sektörümüzün her geçen gün nasıl eridiğini ve pazar payını kaybettiğini üzülerek izlemekteyim. 2009 yılında tekstil mühendisliği bölümünü seçerken, çevremdeki insanlar bana “Tekstil bitiyor, bu bölümü yazma” öğüdünü vermişlerdi. Ancak o zamanlar, bu sektöre kendimi atarken insanlığın 3 temel ihtiyacından biri olduğunu düşünmüştüm. Barınma, yeme ve giyinme. Dolayısıyla bu üç sektörden birini seçersem arkam yere gelmez olarak düşündüm ve büyük bir hevesle, merakla bu bölümü okudum. Bugün geldiğimiz noktada, tekstil bitmedi ama ülkemizin tekstil üretiminde rekabetçi konumunu kaybettiğini ve markalaşmada yeterli büyümeyi sağlayamadığı için sektörü elimizden kaçırdığımızı görmekteyim.
Ben üniversiteye geçmeden önce, yani 2000’li yıllarda Türkiye’de hâlâ öğrenciler Yerli Malı Haftası’nı kutlarlar, üreticiliği, çiftçiliği ile gurur duyarlardı. Üretime teşvik vardı. Zaman ilerledikçe Yerli Malı Haftası artık kutlanmaz oldu. Üretime teşvik gitgide azalmaya başladı. İthalat oranı yükselmeye bu da bağımlılık oluşmasına sebep oldu. Takvim ilerledikçe ithalat bağımlılığı artmaya, grafik eğrisinin yükselen değerleri Türk tekstil sektörüne de yansıdı.
90’larda tekstilin tıp ile yarıştığı dönemlerde sağlam tekstil mühendisleri vardı. Hepsi entelektüel, kültürlü, emeğe saygı duyan insanlardı. Birçoğu firma sahibi olmuştu. Onlar bugünlerde yaşlandı ve firmalar 2. neslin eline geçti. Onlar da insana yatırım yapmak yerine teknolojiye yatırım yapmayı tercih etti. Bu sayede kaliteye odaklanmak yerine fiyat rekabetine odaklandılar. Daha fazla adet olsun… Bu özellikle iç piyasada çalışan küçük ve eski makineler ile kalan işletmelerin iflasına sebep oldu. Yaşadıkları finansal sıkıntıya çek, senet borçlanmaları da eklenince tabiri caizse büyük balık küçük balığı yedi. Bu süreçte ayakta kalabilen konfeksiyonlar üretimle rekabet edemiyoruz, markalaşmayı deneyelim dediler. Ne yazık ki, tekstilde nakit akışı çok zor. Marka olacağım diye kumaşçıdan, iplikçiden sürekli bir çek, senet döngüsü oluşmaya başladı. Konfeksiyon bu finansal döngüyü döndüremediği anda zincirleme iflas bayrağını çektiler. Yanlış yapılanma ve kısa vadeli kazanç hedefleri, sektörün temel dinamiklerini ne yazık ki zayıflattı.
Finansal krize giren firmaların ilk hareketi ne yazık ki nitelikli iş gücünü kaybetmesidir yani işten çıkarma. ‘Küçülmeye gidiyoruz’… Birçok mühendis, tasarımcı, teknik uzman, muhasebe departmanları boş kalmaya başladı. Sektörün çalışanları özellikle de kendi niteliğinin farkında olanlar yeni bir çıkış yolu aramaya başladılar. Eskiden satış komisyonu ile ev, araba alabiliyorken, bugün mezun olduğun gün seni asgari ücrete mecbur bırakıyorlar, tabi onda da şanslıysan… Evet, şanslıysan çünkü şu an iş bulamadığı için, maaşı düşük olduğu için, haftada 50-60 saat çalışmak zorunda olduğu için, mesleğinin kıymetini bilmeyen birçok şirket olduğu için ve benzeri diye giden uzun bir olumsuzluklar listesi sebebiyle okuduğunu yapmayan binlerce genç var… Küçük Prens’in de dediği gibi “Siz istiyorsunuz ki, çöllerin ortasında susuz bıraktığınız insanlar, size gül bahçesi sunsun.” Çölün ortasında susuz kalmış bir tasarımcının performansının ne kadar iyi olmasını beklersiniz?
Eğer gerçekten global ve rekabetçi bir markalaşma sürecine dâhil olmak istiyorsak, benim önerilerim aşağıdaki gibidir:
- Kalite ve Markalaşma: Fiyat rekabeti yerine, kaliteli ürünler ve güçlü markalarla küresel pazarda yer edinmeliyiz.
- Çalışan Hakları: Sektördeki maaş ve çalışma koşulları iyileştirilerek, nitelikli iş gücünün sektöre kazandırılması sağlanmalıdır.
- Eğitim ve Yatırım: Üniversiteler ve teknik liselerde tekstil mühendisliği ve tasarımı teşvik edilerek, sektöre yönelik eğitim programları geliştirilmelidir. Unutulmamalıdır ki bir milletin kaderi aldığı eğitimin sonucudur.
- Yaratıcı Özgürlük: Tasarımcıların ve mühendislerin kendilerini geliştirmesi için hem zaman hem de finansal destek sağlanmalıdır.
- Teknoloji Kullanımı: Yüksek kapasiteli makineler kadar, bu makineleri verimli kullanabilecek uzman kadrolar yetiştirilmelidir.
Unutulmamalıdır ki bir sektörü ileriye taşıyan en önemli faktör insandır. Çalışanlarına değer veren, kaliteye odaklanan ve uzun vadeli planlar yapan bir sektör, her zaman ayakta kalacaktır.