Kurtuluş Reçetesi
Hepimizin bildiği üzere asgari ücret 22.104 TL oldu ve bunun her sektöre yansıması birbirinden farklı olacaktır. 104’te uzmanları durduran nedeni çok merak etmekle birlikte, son yıllarda her şehrin ekonomisinin birbirinden farklı olması dikkat çekicidir. İstanbul’da yaşayan biriyle Bursa’da yaşayan birinin giderleri, Kars’ta yaşayan ya da Tokat’ta yaşayan birine göre çok fazla değişiklik göstermektedir. Sadece gider olarak da bakmayın. Bugün büyükşehirlerde işe gidebilmek bile hem maddi hem manevi bir derttir. Şirketler araba verse, 10 km’lik bir yer İstanbul’da 1 saatten aşağı gidilemezken, bu mesafe Bursa’da 30 dakika, Kars’ta 10 dakikadır. Dolayısıyla manevi olarak da gerçek bir yıpranma söz konusudur.
Devlet her ne kadar açıkladığı teşviklerle Anadolu’da üretimi artırmaya çalışsa da, ulaşım – özellikle benzin/mazot ve araç fiyatları dolayısıyla amortismanların da artmasıyla – yükleri bir yerden limana taşımakta ciddi bir sıkıntı oluşturmaktadır. Dolayısıyla kısa vadede asgari ücretin artmasından ziyade, belki de Avrupa ve Amerika/Kanada gibi ülkelerde olduğu gibi bölgesel asgari ücret belirlemelerine gitmekte fayda olabilir.
Gelelim tekstil sektöründe her geçen gün büyüyen krize. Globalleşemeyen firmaların yok oluşuna tanıklık ederdik eskiden ve geride kalan firmalar için sistemlerinin eskiliğinden, çağa ayak uyduramadıklarından ya da beceriksiz yöneticilikten bahsederdik. Fakat günümüzde bunu bile söyleyemiyoruz. Çünkü geldiğimiz noktada asıl alıcılarımız da ekonomik krize girdi. Kısacası bizim müşteri grubumuzun krize girmesi, bizi daha derin krize soktu.
Bu kriz daha önceki 2001, 2008 veya 90’lardaki kriz gibi değil. Bu sefer piyasanın tam olarak gözlemleyemediğini düşündüğüm bir kriz var. Giden müşteri kolay kolay geri gelmeyecek. Bu sefer giden müşteri sadece fiyattan gitmedi, artık onlar da o kadar kaliteli iş istemiyor. Kaldı ki piyasanın küstürdüğü kalifiyeli personelin bir kısmının emekli olması, bir kısmının yurtdışına çıkmasıyla genel olarak personel sıkıntıları da baş gösteriyor.
Bugün isim olarak büyük olan firmalar bile kalifiyeli işçi, müşteri temsilcisi, planlamacı gibi alanlarda istedikleri personeli bulamıyorlar. Bulanlar da personeli tatmin edecek maaşları veremedikleri için devşirme personel (başka sektörden gelenler) ya da 10 senelik tecrübeli yerine 2-3 senelik tecrübeli kişileri alarak bütçeleri tutturmaya çalışıyor. Kısa vadede kâr olarak gözüken bu durum, uzun vadede firmalara daha çok kaybettiriyor. Tabii ki her 10 senelik, 20 senelik tecrübe aynı olmamakla birlikte maalesef bizim sektörümüz deneyime dayalı bir sektör ve kâr marjları düştükçe en ufak hatada 10 binlerce dolardan bahsediyoruz.
Sektörde en çok rekabeti Çin, Pakistan, Bangladeş ve Hindistan ile yapıyoruz. Bu dört ülkenin nüfusu toplamda 3.4 milyar, yani bizim ortalama 42 katımız kadar. Bu ülkelerdeki insanların en üst düzey okumuşları, ülkelerinden hızlıca çıkarak dünyanın dört bir yanına dağılıyorlar ve maalesef bizim tekstilde bu ülkelerle yarışmamızda bizi geriye atan durumlardan biri bu. Artık onlar da bizim kadar işi öğrendi ve biz de artık eski kalitemizde değiliz çünkü fiyat baskısı kaliteden ödün vermemize sebep olmakta. Ayrıca eskiden küçük adet yapmayan bu ülkeler, adetlerini de gerektiğinde düşürerek gerilla pazarlaması yapıyorlar.
Avrupa’da, İngiltere’de, Kanada’da ve birçok ülkede inanılmaz bir Hintli nüfus artışı var. İlk gidenler şu an karar verici mercilerine oturdular. Sonradan gelenler için de çoğu yeni kapılar açıyorlar. Kanada’da yaşadığım bir yıllık deneyimde gördüğüm şu ki, Hintliler kapalı devre bir hayat sürdürmeyi tercih ediyor. Biz Türkler bir araya gelemeden 50 tane dernek açarak herkes başkan olma sevdasıyla bir yere savrulurken, Hintliler her hafta küçük işletmeler için nasıl daha çok büyürüz diye toplantı yapmakta. Burada Hintlileri örnek olarak gösteriyorum ve sakın övdüğümü zannetmeyin, sadece mentalite olarak bizimle aralarındaki farkları anlatıyorum. Şöyle düşünün, bu anlattığım kesim belki de Hindistan’ın %1’ine tekabül ediyor fakat 1.4 milyarda %1 çok büyük bir rakam ediyor. Eğer iki kişi işe başvurduysa Hintli, Hintliyi tercih ederken biz millet olarak kalifiyeli olanı tercih ediyoruz.
Dolayısıyla bizi globalde bekleyen, hatta 2011’de Almanya’da okurken farkına varamadığım, zaman geçtikçe okul arkadaşlarımdan birkaçının Alman firmalarında satın alma pozisyonlarına gelmesiyle kafama dank eden bu olay, bizim genel olarak satın alma süreçlerinde kaybetmemize sebebiyet veriyor. Giden belki 1000 kişi, kalabilen belki 50 kişi ve ancak 3-5 tanesi markalarda yer bulabiliyor fakat zaten marka sayısı belli, dolayısıyla o 3-5 kişi inanılmaz derecede işlerde etkili oluyor. Bizim de sadece öğrencileri Erasmus/Exchange ya da akademik çalışma için değil, yurtdışında markalarda işe sokmak için bile özel çaba harcamamız gerekiyor. Globalleşen dünyada da ne kadar karar verici süreçte Türk bulunursa bizim için o kadar avantajlı bir durum olacak.
Japon araba markaları Nissan ve Honda birleşerek güçlerini korumaya, diğer markalardan daha fazla satış yapmaya çalışacaklarını açıkladılar ve buna bir devlet meselesi gibi yaklaştılar. Hatta bu duruma Mitsubishi de eşlik edeceğini belirtti. Bizim tekstil sektörünün de şu an bunun gibi birleşmelere ihtiyacı var. İnanılmaz bir şekilde âtıl bir kapasitemiz var. Devletin uyguladığı kur ve döviz politikası bizi gün geçtikçe zayıflatıyor. İster istemez kapital olarak da geri gitmekteyiz.
Bu durumda yapabileceğimiz iki önlem var. Birincisi, küçük ve orta ölçekli şirketlerin büyük şirketlerle birleşerek hem gider kısma hem de rekabetin azalmasıyla toplu bir şekilde fuarlarda, müşteri karşısında yer alma. İkincisi ise devlet eliyle markalaşma adımı. Yıllardır özel sektöre verilen onlarca imtiyaz, teşvik ile geldiğimiz noktada yerli markalar bile üretimlerini dışarıya kaydırıp ürünleri yurtdışından ülkemize sokmakta. Bakın yerli markalara kızamayız çünkü bunları devlet kurmadı, fakat elimizdeki âtıl kapasite ve bu markaların mallarını yurtdışından getirmesi bize cari açık olarak dönüyor.
Yurtdışından getirdiğimiz ve kullanmadığımız her makine, her boya, her kumaş, her iplik ülkemiz için ciddi bir cari açık oluşturuyor. Dolayısıyla belki de devlet eliyle kendi markasını oluşturması gereken zamandayız. Nasıl tarım kooperatifi tarım ürünlerini belli bir fiyata belli bir miktardan alıyorsa, aynı şekilde yerli üretimi teşvik için üretilen ürünleri de devlet eliyle alıp bir marka yaratma sürecine girmeli. Devlet eli demek sadece devlet yapsın değil, nasıl ki TOGG gibi bir marka oluşturma çabasına girdilerse, bizim bir diğer lokomotif sektörümüz olan tekstil için de aynısını yapabilirler. Sadece doğru motivasyon gerekli, yoksa piyasamız geri dönülemez yola girdi ve bu işin bu sefer dönüşü olmayacak.